Yolcu otobüsü Altıyüzevler’i geçmiş, Bandırma Otogarı’na yaklaşıyordu. Bursa Tıp Fakültesi’ne muayene olmaya gitmişti. Oturduğu koltuktan dikkatlice çevresine bakındı:
-“Hiç de çocukluğumun geçtiği yerlere benzemiyor” diye düşündü.
Yolun sağı solu evlerle dolmuştu, hatta fabrikalar bile vardı.
Otobüs otogara girdiğinde içini büyük bir heyecan kaplamıştı. Kendisine göre iki gün önce, ama gerçekte otuz yıl önce verdiği sözü yerine getirmeliydi. Her şeyin umduğu gibi olmasını diledi.
-“Otuz yıl mı?” diye geçirdi içinden ve dudaklarında garip bir gülümsemeyle “Galiba deliriyorum ya da her şey bir rüyadan ibaretti” diye düşündü. Henüz 29 yaşındaydı.
-“Oysa ben o zaman daha doğmamıştım.”
* * *
29 yaşındaki genç adam, bugün yaşadığı deneyimi düşünerek dalgın bir şekilde Bandırma’nın Aşağı İstasyon denen semtinden tünel istikametine doğru yürüyordu. Çok değil, daha bir saat önce ölümle yüz yüze gelmişti; neredeyse boğuluyordu.
Ağustos sıcağından bunalmış ve çocukken ağabeyi ile sık sık takıldığı, Bandırmalıların Yeşil Fener dediği mendireğe gitmişti. Küçükken midye çıkartıp, taşların üzerine koydukları bir teneke üzerinde bu midyeleri pişirirler ve açılan kabukların arasından o mis gibi kızarmış midye etini çıkartarak yerlerdi.
Çocukluğunun geçtiği bu yerde anılarını tazelerken, eskiden sık sık yüzdükleri iki dok arasına bakmış,
-“Acaba gene aynı mesafeyi yüzebilir miyim?” diye düşünmüş, sonra sağ kolunun dirseğine bakmıştı.
-“Sakın beni mahçup etme ha...”
* * *
Sağ kolunun dirseği bir kaza sonrasında kesilmişti. Yıllar önce atılan üç tane metal pensin izi hala duruyordu.
Yeşil Fenerde, kayaların başladığı yerdeki son beton bloktan balıklama denize atladıktan hemen sonra, karşı dokta bulunan beton bloklara doğru kulaç atmaya başlamıştı. Ne var ki, yıllar önce kesilen sağ koluna, tam da karşı bloklara 15-20 metre kala kramp girmiş, sol koluyla da kulaç atamamaya başlamıştı.
Betonların üzerinde güneşlenen gençler boğulmak üzere olduğunu fark edip denize atlamasalar ve dışarıya çıkartmasaydılar çoktan ölmüş olacaktı. Bir süre betonun üzerinde soluklanıp gençlere tekrar tekrar teşekkür ettikten sonra, ağır ağır yürüyerek Yeşil Fenere dönmüş, elbiselerini yarım saat önce bıraktığı yerden alarak giyinmişti.
* * *
Şimdi tren yolunun makas ayırımındaydı. Ya sola, liman tarafına dönecek, ya da yolu kısaltmak için tünelin içinden geçmeyi tercih edecekti. Çocukken korktuğu için asla bu tünelin içinden yalnız geçmezdi; ama şimdi yetişkin bir insandı ve Bentbaşı Mahallesi’nde oturan babaannesinin evine daha çabuk gitmek için kısa olan yolu, tüneli tercih etti.
Güneşin kavurucu sıcağından sonra tünelin içi çok serin gelmiş, tüneli tercih ettiğine sevinmişti.
Tünelin öbür ucuna doğru yürürken tam ortada, yerden tavana kadar yükselen bir duman kütlesi farketti.
-“Herhalde birileri tünelin içinde bir şeyler yaktı” diye düşündü. Dumanın içinden geçerken vücudunun karıncalandığını hissetmişti.
Az sonra tünelden çıktı. “Karşı yolda yürürsem, önce Sunullah Mahallesine, oradan da Pazartesi Pazarı’na geçerim” diye düşündü.
Yoldan karşıya geçerken bir gariplik olduğunu farketti. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ama, ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu.
Bir süre yürüdükten sonra o garipliğin ne olduğunu fark etti. Çevresindeki her şey çok farklıydı; burası bildiği mahalle değildi. Evler eski ve tek katlıydı; yol ise asfalt değildi. Az ileride küçük bir bakkal gördü, camına yaklaştı. Önce içeriye bir göz attı ve tezgahın üzerinde bir gazete gördü : “Hakikat.”
-“Benim bildiğim Bandırma’nın iki gazetesi var. Birisi “Gerçek”, diğeri ise “Gürses”. Bu gazeteyi hiç duymamıştım, yeni mi yayınlanmaya başladı acaba?” diye sesli bir şekilde düşündü.
Bakkal, içeride bulunan başka bir müşteriyle ilgilenirken “Hakikat” gazetesini tezgahın üzerinden alarak şöyle bir göz gezdirdi ve birden gazetenin tarihi dikkatini çekti : “21 AĞUSTOS 1961.”
-“1961 mi? Ama olamaz, biz 1991 yılındayız. Bu gazete otuz yıl öncesine ait. Ben 1962’de doğdum. Bu gazete ben doğmadan bir yıl önce basılmış.”
İçerideki müşterinin dışarı çıkmasını bekledikten sonra bakkala yaklaştı :
-“Afedersiniz bayım, size bir şey soracağım” dedi. “Bu gazete yeni mi?”
-“Tabii ki” dedi bakkal, “gazete bugüne ait.”
-“Ama... Ama, bu imkansız” dedi genç adam. “Yani biz şimdi 1961 yılında mıyız?”
-“Git işine kardeşim, başına güneş mi geçti?”dedi bakkal, biraz kızgınca.
-“Benim başıma güneş filan geçmedi bayım. Belki size saçma gelecek, belki de beni deli sanacaksınız ama ben 1962 doğumluyum ve deli de değilim. Eğer biz 1961 yılındaysak, benim de henüz doğmamış olmam lazım. Yaşım 29 ve gördüğünüz gibi yetişkin bir insanım.”
-“Bak kardeşim, dalga geçeceksen git başkasını bul. Benim işim gücüm var, şimdi seninle uğraşamam.”
-“Ama ben sizinle dalga geçmiyorum. Bunu size kanıtlayabilirim. Bakın bu nüfus kağıdım; İşte bakın doğum tarihi 5 Temmuz 1962 yazıyor.”
-“Ver bakayım. Evet 1962 yazıyor ama, ya nüfus memuru doğum tarihini yanlış yazmışsa. Duyduğuma göre böyle hatalar sıkça olurmuş.”
-“İnanınki size doğru söylüyorum. Ben 1962 doğumluyum ve 1991’de yaşıyorum. Nasıl oldu bilemiyorum ama bir şekilde zaman içinde yolculuk yaparak geçmişe geldiğimi sanıyorum. Ne olur inanın bana.”
-“İnanmak mı? Zaman içinde yolculuk mu? Ben böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermiyorum.”
-“Bakın, ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, ben yaşadığım zamana geri dönmek zorundayım. Mutlaka bir yolunu bulup bunu gerçekleştirmeliyim.”
-“Sen öyle diyorsan...” dedi bakkal, bir yandan da “Nereden buldu bu deli beni? Çattık belaya” diye düşünüyordu.
-“Dinleyin” dedi genç adam. “Benim size bir önerim var. Size arkasında adım, soyadım yazan bir fotoğrafımı vereyim, onu saklayın. Bir yolunu bulup kendi zamanıma gidebilirsem otuz yıl sonra sizi burada ziyaret edeceğim. Bana inanmasanız da bu fotoğrafımı saklayın. Gelecekte size ulaşabilirsem benim deli olmadığına inanırsınız.”
Bakkalın biraz şaşkın, biraz da şüpheci bakışları altında kendisiyle vedalaşan genç adam bakkal dükkanından ayrıldı. Niye böyle olduğunu bir türlü anlayamıyor ve yaşadığı olaya bir anlam veremiyordu.
Biraz sonra ayaklarının kendisini tekrar tünele getirdiğini fark etti. Bugün içinden geçtiği duman ya da her neyse hâlâ tünelin ortasında duruyordu. Uzun uzun dumana baktıktan sonra hiç tereddütsüz tekrar tünele girdi ve dumanın içinden geçerek Aşağı İstasyon’a doğru yürümeye başladı. İçinde tarif edilemez bir ümit belirmişti.
Tünelden çıktığında liman tarafına doğru yürümeye başladı. Çevresine baktığında gördüğü binaların kendisine çok tanıdık geldiğini fark etti; hatta yanmış un fabrikası, Tekel binası bile yerli yerindeydi.
-“1991’e hoş geldin dostum” dedi kendi kendine.
* * *
Genç adam, otogardan sahile doğru yürüyerek itfaiyenin olduğu yere geldi; az sonra eski garajın yanından inerek çocukluğunun geçtiği Bentbaşı Mahallesi’ne geldi. Babaannesinin eskiden iki katlı evinin bulunduğu yerde, şimdi yükselen beş katlı binanın önünden geçti : “Ülkü Apartmanı.”
Babaannesi sağlığında evi kat karşılığı bir müteahhide vermiş, yerine aynı binadan bir daire almıştı. Aralarında yaptıkları sözleşme gereği binaya babaannesinin ismi verilmişti.
-“Rahmetli Ülkü ninem” dedi. “Kendisi öldü ama ismi hâlâ bu apartmanda yaşıyor.”
Çok değil, on dakika sonra Pazartesi Pazarı’nı geçmiş, Sunullah Mahallesi’ne gelmişti. Gözleriyle bakkal dükkanını aradı. Birden bakkalın olması gereken yerde bir market gördü : “Hakikat Market.”
İçeride, kasanın önünde 70 yaşlarında bir adam oturuyor ve karşısında ayakta duran birisiyle konuşuyordu. İhtiyarlamıştı ama işte oydu, o bakkaldı.
-“İyi günler” diyerek içeriye girdi.
İhtiyarın yanındaki adam :
-“Buyurun” dedi, “Ne istemiştiniz?”
-“Aslında ben bir şey almayacağım, amcayı ziyarete geldim.”
-“Haa, babamla mı görüşeceksiniz?” dedi marketçi. Sonra babasına seslendi :
-“Baba, bak birisi seni ziyarete gelmiş.”
İhtiyar tanımaz gözlerle baktı genç adama.
-“Tanıyamadım sizi evladım” dedi. “Beni niye arıyorsunuz?”
-“Ben şey için geldim amca, nasıl söylesem? Bundan otuz yıl önce siz burada bir bakkal dükkanı işletiyordunuz, değil mi?”
-“Doğru evladım. 15 sene önce bakkalımızı yıkıp yerine iki katlı bir bina yaptık. Gördüğün gibi burasını da market yaptık, oğlum işletiyor. Üst katta da oturuyoruz. Ben de zaman geçirmek için kasaya bakıyorum. Ama sen bunu neden soruyorsun? Aşağı yukarı sende otuzlu yaşlardasın; otuz yıl önce burada bakkal dükkanım olduğunu nereden biliyorsun?”
-“Bir düşün bakalım amcacığım; bundan tam otuz yıl önce birisi sana gelip de ben daha doğmadım, 30 yıl sonra gelip bunu ispat edebilirim dedi mi?”
-“Evladım, aradan çok uzun zaman geçti; tam olarak hatırlayamıyorum ama galiba birisiyle aramızda böyle bir konuşma geçmişti.”
-“O kişi size saklamanız için bir de fotoğrafını vermişti, değil mi?”
-“Evet, tabii ya. Şimdi iyice hatırladım, ama sen bunları nereden biliyorsun?”
-“1961 yılında sizi ziyaret eden kişi bendim de, o yüzden biliyorum.”
-“Sen mi? Ama bu nasıl olur? Ben bunun bir saçmalık, hatta bir delilik olduğunu düşünmüştüm; böyle bir şey gerçek olabilir mi?”
-“İnanınki oldu amcacığım. O fotoğrafı hâlâ saklıyor musunuz?”
-“Evet, galiba fotoğraf albümlerinden birisinin içinde olması lazım. Oğlum, yukarıdan albümleri alıp getirir misin?”
Konuşmalara bir anlam veremeyen marketçi üst kattaki evlerine çıkarak albümleri alıp, tekrar markete döndü.
Yaklaşık yarım saat kadar albümleri karıştırdıktan sonra yaşlı adam 1961 yılında kendisine verilen fotoğrafı buldu; bir genç adama bir de fotoğrafa baktı. Evet, karşısında duran kişi oydu. 1961 yılında kendisine “1991’den geldiğini ve 29 yaşında olduğunu” söyleyen adam, aradan geçen 30 yıla rağmen nasıl olup da hiç yaşlanmadan otuz yıl önceki fiziksel görünümüyle ve hââl 29 yaşında olarak karşısında durabiliyordu?
Genç adam, ihtiyar ve marketçi oğlunun şaşkın ve inanmaz bakışları arasında ;
-“Size deli olmadığımı söylemiştim” dedi.
Onların bir şeyler söylemesine fırsat vermeden marketten çıkarak yolun yukarısına doğru yürüdü. Az sonra tünelin önüne gelmişti. Upuzun, kapkaranlık bir koridor gibi duran tünel karşısındaydı işte.
Ve o duman da hâlâ tünelin ortasındaydı.
S O N
(Özgün UYSAL-05 Aralık 2001)
-“Hiç de çocukluğumun geçtiği yerlere benzemiyor” diye düşündü.
Yolun sağı solu evlerle dolmuştu, hatta fabrikalar bile vardı.
Otobüs otogara girdiğinde içini büyük bir heyecan kaplamıştı. Kendisine göre iki gün önce, ama gerçekte otuz yıl önce verdiği sözü yerine getirmeliydi. Her şeyin umduğu gibi olmasını diledi.
-“Otuz yıl mı?” diye geçirdi içinden ve dudaklarında garip bir gülümsemeyle “Galiba deliriyorum ya da her şey bir rüyadan ibaretti” diye düşündü. Henüz 29 yaşındaydı.
-“Oysa ben o zaman daha doğmamıştım.”
* * *
29 yaşındaki genç adam, bugün yaşadığı deneyimi düşünerek dalgın bir şekilde Bandırma’nın Aşağı İstasyon denen semtinden tünel istikametine doğru yürüyordu. Çok değil, daha bir saat önce ölümle yüz yüze gelmişti; neredeyse boğuluyordu.
Ağustos sıcağından bunalmış ve çocukken ağabeyi ile sık sık takıldığı, Bandırmalıların Yeşil Fener dediği mendireğe gitmişti. Küçükken midye çıkartıp, taşların üzerine koydukları bir teneke üzerinde bu midyeleri pişirirler ve açılan kabukların arasından o mis gibi kızarmış midye etini çıkartarak yerlerdi.
Çocukluğunun geçtiği bu yerde anılarını tazelerken, eskiden sık sık yüzdükleri iki dok arasına bakmış,
-“Acaba gene aynı mesafeyi yüzebilir miyim?” diye düşünmüş, sonra sağ kolunun dirseğine bakmıştı.
-“Sakın beni mahçup etme ha...”
* * *
Sağ kolunun dirseği bir kaza sonrasında kesilmişti. Yıllar önce atılan üç tane metal pensin izi hala duruyordu.
Yeşil Fenerde, kayaların başladığı yerdeki son beton bloktan balıklama denize atladıktan hemen sonra, karşı dokta bulunan beton bloklara doğru kulaç atmaya başlamıştı. Ne var ki, yıllar önce kesilen sağ koluna, tam da karşı bloklara 15-20 metre kala kramp girmiş, sol koluyla da kulaç atamamaya başlamıştı.
Betonların üzerinde güneşlenen gençler boğulmak üzere olduğunu fark edip denize atlamasalar ve dışarıya çıkartmasaydılar çoktan ölmüş olacaktı. Bir süre betonun üzerinde soluklanıp gençlere tekrar tekrar teşekkür ettikten sonra, ağır ağır yürüyerek Yeşil Fenere dönmüş, elbiselerini yarım saat önce bıraktığı yerden alarak giyinmişti.
* * *
Şimdi tren yolunun makas ayırımındaydı. Ya sola, liman tarafına dönecek, ya da yolu kısaltmak için tünelin içinden geçmeyi tercih edecekti. Çocukken korktuğu için asla bu tünelin içinden yalnız geçmezdi; ama şimdi yetişkin bir insandı ve Bentbaşı Mahallesi’nde oturan babaannesinin evine daha çabuk gitmek için kısa olan yolu, tüneli tercih etti.
Güneşin kavurucu sıcağından sonra tünelin içi çok serin gelmiş, tüneli tercih ettiğine sevinmişti.
Tünelin öbür ucuna doğru yürürken tam ortada, yerden tavana kadar yükselen bir duman kütlesi farketti.
-“Herhalde birileri tünelin içinde bir şeyler yaktı” diye düşündü. Dumanın içinden geçerken vücudunun karıncalandığını hissetmişti.
Az sonra tünelden çıktı. “Karşı yolda yürürsem, önce Sunullah Mahallesine, oradan da Pazartesi Pazarı’na geçerim” diye düşündü.
Yoldan karşıya geçerken bir gariplik olduğunu farketti. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ama, ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu.
Bir süre yürüdükten sonra o garipliğin ne olduğunu fark etti. Çevresindeki her şey çok farklıydı; burası bildiği mahalle değildi. Evler eski ve tek katlıydı; yol ise asfalt değildi. Az ileride küçük bir bakkal gördü, camına yaklaştı. Önce içeriye bir göz attı ve tezgahın üzerinde bir gazete gördü : “Hakikat.”
-“Benim bildiğim Bandırma’nın iki gazetesi var. Birisi “Gerçek”, diğeri ise “Gürses”. Bu gazeteyi hiç duymamıştım, yeni mi yayınlanmaya başladı acaba?” diye sesli bir şekilde düşündü.
Bakkal, içeride bulunan başka bir müşteriyle ilgilenirken “Hakikat” gazetesini tezgahın üzerinden alarak şöyle bir göz gezdirdi ve birden gazetenin tarihi dikkatini çekti : “21 AĞUSTOS 1961.”
-“1961 mi? Ama olamaz, biz 1991 yılındayız. Bu gazete otuz yıl öncesine ait. Ben 1962’de doğdum. Bu gazete ben doğmadan bir yıl önce basılmış.”
İçerideki müşterinin dışarı çıkmasını bekledikten sonra bakkala yaklaştı :
-“Afedersiniz bayım, size bir şey soracağım” dedi. “Bu gazete yeni mi?”
-“Tabii ki” dedi bakkal, “gazete bugüne ait.”
-“Ama... Ama, bu imkansız” dedi genç adam. “Yani biz şimdi 1961 yılında mıyız?”
-“Git işine kardeşim, başına güneş mi geçti?”dedi bakkal, biraz kızgınca.
-“Benim başıma güneş filan geçmedi bayım. Belki size saçma gelecek, belki de beni deli sanacaksınız ama ben 1962 doğumluyum ve deli de değilim. Eğer biz 1961 yılındaysak, benim de henüz doğmamış olmam lazım. Yaşım 29 ve gördüğünüz gibi yetişkin bir insanım.”
-“Bak kardeşim, dalga geçeceksen git başkasını bul. Benim işim gücüm var, şimdi seninle uğraşamam.”
-“Ama ben sizinle dalga geçmiyorum. Bunu size kanıtlayabilirim. Bakın bu nüfus kağıdım; İşte bakın doğum tarihi 5 Temmuz 1962 yazıyor.”
-“Ver bakayım. Evet 1962 yazıyor ama, ya nüfus memuru doğum tarihini yanlış yazmışsa. Duyduğuma göre böyle hatalar sıkça olurmuş.”
-“İnanınki size doğru söylüyorum. Ben 1962 doğumluyum ve 1991’de yaşıyorum. Nasıl oldu bilemiyorum ama bir şekilde zaman içinde yolculuk yaparak geçmişe geldiğimi sanıyorum. Ne olur inanın bana.”
-“İnanmak mı? Zaman içinde yolculuk mu? Ben böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermiyorum.”
-“Bakın, ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, ben yaşadığım zamana geri dönmek zorundayım. Mutlaka bir yolunu bulup bunu gerçekleştirmeliyim.”
-“Sen öyle diyorsan...” dedi bakkal, bir yandan da “Nereden buldu bu deli beni? Çattık belaya” diye düşünüyordu.
-“Dinleyin” dedi genç adam. “Benim size bir önerim var. Size arkasında adım, soyadım yazan bir fotoğrafımı vereyim, onu saklayın. Bir yolunu bulup kendi zamanıma gidebilirsem otuz yıl sonra sizi burada ziyaret edeceğim. Bana inanmasanız da bu fotoğrafımı saklayın. Gelecekte size ulaşabilirsem benim deli olmadığına inanırsınız.”
Bakkalın biraz şaşkın, biraz da şüpheci bakışları altında kendisiyle vedalaşan genç adam bakkal dükkanından ayrıldı. Niye böyle olduğunu bir türlü anlayamıyor ve yaşadığı olaya bir anlam veremiyordu.
Biraz sonra ayaklarının kendisini tekrar tünele getirdiğini fark etti. Bugün içinden geçtiği duman ya da her neyse hâlâ tünelin ortasında duruyordu. Uzun uzun dumana baktıktan sonra hiç tereddütsüz tekrar tünele girdi ve dumanın içinden geçerek Aşağı İstasyon’a doğru yürümeye başladı. İçinde tarif edilemez bir ümit belirmişti.
Tünelden çıktığında liman tarafına doğru yürümeye başladı. Çevresine baktığında gördüğü binaların kendisine çok tanıdık geldiğini fark etti; hatta yanmış un fabrikası, Tekel binası bile yerli yerindeydi.
-“1991’e hoş geldin dostum” dedi kendi kendine.
* * *
Genç adam, otogardan sahile doğru yürüyerek itfaiyenin olduğu yere geldi; az sonra eski garajın yanından inerek çocukluğunun geçtiği Bentbaşı Mahallesi’ne geldi. Babaannesinin eskiden iki katlı evinin bulunduğu yerde, şimdi yükselen beş katlı binanın önünden geçti : “Ülkü Apartmanı.”
Babaannesi sağlığında evi kat karşılığı bir müteahhide vermiş, yerine aynı binadan bir daire almıştı. Aralarında yaptıkları sözleşme gereği binaya babaannesinin ismi verilmişti.
-“Rahmetli Ülkü ninem” dedi. “Kendisi öldü ama ismi hâlâ bu apartmanda yaşıyor.”
Çok değil, on dakika sonra Pazartesi Pazarı’nı geçmiş, Sunullah Mahallesi’ne gelmişti. Gözleriyle bakkal dükkanını aradı. Birden bakkalın olması gereken yerde bir market gördü : “Hakikat Market.”
İçeride, kasanın önünde 70 yaşlarında bir adam oturuyor ve karşısında ayakta duran birisiyle konuşuyordu. İhtiyarlamıştı ama işte oydu, o bakkaldı.
-“İyi günler” diyerek içeriye girdi.
İhtiyarın yanındaki adam :
-“Buyurun” dedi, “Ne istemiştiniz?”
-“Aslında ben bir şey almayacağım, amcayı ziyarete geldim.”
-“Haa, babamla mı görüşeceksiniz?” dedi marketçi. Sonra babasına seslendi :
-“Baba, bak birisi seni ziyarete gelmiş.”
İhtiyar tanımaz gözlerle baktı genç adama.
-“Tanıyamadım sizi evladım” dedi. “Beni niye arıyorsunuz?”
-“Ben şey için geldim amca, nasıl söylesem? Bundan otuz yıl önce siz burada bir bakkal dükkanı işletiyordunuz, değil mi?”
-“Doğru evladım. 15 sene önce bakkalımızı yıkıp yerine iki katlı bir bina yaptık. Gördüğün gibi burasını da market yaptık, oğlum işletiyor. Üst katta da oturuyoruz. Ben de zaman geçirmek için kasaya bakıyorum. Ama sen bunu neden soruyorsun? Aşağı yukarı sende otuzlu yaşlardasın; otuz yıl önce burada bakkal dükkanım olduğunu nereden biliyorsun?”
-“Bir düşün bakalım amcacığım; bundan tam otuz yıl önce birisi sana gelip de ben daha doğmadım, 30 yıl sonra gelip bunu ispat edebilirim dedi mi?”
-“Evladım, aradan çok uzun zaman geçti; tam olarak hatırlayamıyorum ama galiba birisiyle aramızda böyle bir konuşma geçmişti.”
-“O kişi size saklamanız için bir de fotoğrafını vermişti, değil mi?”
-“Evet, tabii ya. Şimdi iyice hatırladım, ama sen bunları nereden biliyorsun?”
-“1961 yılında sizi ziyaret eden kişi bendim de, o yüzden biliyorum.”
-“Sen mi? Ama bu nasıl olur? Ben bunun bir saçmalık, hatta bir delilik olduğunu düşünmüştüm; böyle bir şey gerçek olabilir mi?”
-“İnanınki oldu amcacığım. O fotoğrafı hâlâ saklıyor musunuz?”
-“Evet, galiba fotoğraf albümlerinden birisinin içinde olması lazım. Oğlum, yukarıdan albümleri alıp getirir misin?”
Konuşmalara bir anlam veremeyen marketçi üst kattaki evlerine çıkarak albümleri alıp, tekrar markete döndü.
Yaklaşık yarım saat kadar albümleri karıştırdıktan sonra yaşlı adam 1961 yılında kendisine verilen fotoğrafı buldu; bir genç adama bir de fotoğrafa baktı. Evet, karşısında duran kişi oydu. 1961 yılında kendisine “1991’den geldiğini ve 29 yaşında olduğunu” söyleyen adam, aradan geçen 30 yıla rağmen nasıl olup da hiç yaşlanmadan otuz yıl önceki fiziksel görünümüyle ve hââl 29 yaşında olarak karşısında durabiliyordu?
Genç adam, ihtiyar ve marketçi oğlunun şaşkın ve inanmaz bakışları arasında ;
-“Size deli olmadığımı söylemiştim” dedi.
Onların bir şeyler söylemesine fırsat vermeden marketten çıkarak yolun yukarısına doğru yürüdü. Az sonra tünelin önüne gelmişti. Upuzun, kapkaranlık bir koridor gibi duran tünel karşısındaydı işte.
Ve o duman da hâlâ tünelin ortasındaydı.
S O N
(Özgün UYSAL-05 Aralık 2001)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder