18 Kasım 2009 Çarşamba

Kanayan Yara "Sevr"


Kanayan Yara "Sevr"

Fransa Meclisi Başkanlık Divanı, Sosyalist Parti’nin meclise sunduğu “Ermeni soykırımını inkarı suç sayan yasa teklifi”ni, Ekim 2006 ayı içinde yazar Orhan Pamuk’a verdiği Nobel ödülü ile birlikte oy çokluğuyla kabul etmişti. Nedense batı, özellikle de Fransa sürekli olarak “Ermeni soykırımı” konusunda diretmekte, durmadan sönmekte olan külleri tekrar tekrar tutuşturmaktadır. Oysa gerek Türkiye’nin, gerekse Ermenistan’ın tarihçilerinin birlikte gerçekleştirecekleri ortak bir çalışma, bu konuda doğru ya da yanlış bilinen bir çok gerçeği gün yüzüne çıkartacaktır.

Bilindiği gibi, 1 nci Dünya Savaşı sonunda karşımızda olan İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, A.B.D. ve Sırbistan’dan oluşan İtilaf Devletleri temsilcileri ile Osmanlı İmparatorluğu temsilcileri, sözde barış ve antlaşma için Fransa’nın Sevres kentinde toplanmışlar ve Türk milletinin imha fermanı olan Sevr Antlaşması’nı Osmanlı İmparatorluğu’na imzalatmışlardır. Prematüre doğan ve ardından da hemen ölen bu antlaşmaya onu imzalatanlar ve imzalayanlar inanmadığı gibi, milletimiz de hiçbir zaman inanmamıştır. Bu antlaşma, milletin vicdanında ve bir çok aydında uyandırdığı tepkiler nedeniyle, milli hareketi ve direnme gücünü besleyen itici bir kuvvet olmuştur. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, ister prematüre, isterse ölü doğsun, 433 maddelik Sevr Antlaşması, günümüzde tekrar hortlatılmaya çalışılmaktadır.

Sevr’in bir maddesine göre; Osmanlı İmparatorluğu toprakları, İstanbul çevresi ile İç Anadolu’nun bazı bölgeleri ile sınırlı kalacaktır. Bu madde, Türk topraklarının resmen işgalini kapsamakta ve milletin yaşama hakkını bile elinden alınmaktadır. Bu maddenin günümüze yansıması ise şöyledir : Yunanistan’ın halen devam etmekte olan bir “Megalo İdea”sı (büyük ideali) vardır. Özetle bu ideal, “İstanbul başta olmak üzere, Trakya’yı, Doğu ve Batı Karadeniz’i, Ege Bölgesi’ni Yunan sınırlarına katmak”tır. Buna bağlı olarak da, Ege karasuları, kıt’a sahanlığı, Kıbrıs sorunu oynanan oyunun bir parçasıdır. Asıl oyun ise son zamanlarda sahnelenmekte olup, Ege ve Marmara Bölgeleri başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde yüzlerce dönümlük arazilerimiz, yabancılar tarafından satın alınmaktadır.

Gene Sevr’in bir maddesi der ki; Trakya ve Çatalca batısındaki topraklar, ayrıca İzmir, İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada Yunanistan’a bırakılacaktır. Bu maddenin, yukarıdaki değerlendirmelere ilave olarak günümüze yansıması ise şöyledir : Trakya’da, Yunanistan ve Bulgaristan’daki Türk azınlıklara dil, din, eğitim-öğretim, seçme ve seçilme hakkı, ticaret özgürlüğü gibi konularda korkunç baskılar yapılmakta, milletin öz benliği unutturulmak istenmektedir. Sevr’de sadece İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada’nın adı geçmektedir. Günümüzde buna bir de Kıbrıs eklenmiştir. 1955 sonrasında başlatılan Kıbrıs sorununun da sonu gelmiş gibidir. 1912’de Girit nasıl elimizden çıktıysa, Kıbrıs’ta da aynı oyun oynanmış ve Kıbrıs kaybedilmiştir. Yakın gelecekte bu kirli oyunlar mutlaka Gökçeada ve Bozcaada üzerinde de oynanacaktır.

Sevr’in bir diğer maddesine göre ise, Doğu Anadolu’nun kuzey bölgesinde bir Ermenistan devleti kurulacaktır. Sevr ile beraber Ermenistan devleti zaten kurulmuş ve kurulduğu günden beri ipleri Avrupa’nın elinde olmak kaydıyla, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bin bir türlü oyunlar tezgahlamış, özellikle ASALA terör örgütünü Türkiye’ye ve Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomatlarına musallat etmiştir. Antlaşmanın bir başka maddesi ise Güneydoğu Anadolu’da bir “Kürdistan” devleti kurulmasını kapsamaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında başlatılan çalışmalar ve kamuoyunun maddelerini parça parça öğrendiği ilginç açılım projeleriyle neredeyse bu da gerçekleşmek üzeredir. İtilaf devletlerinin günümüzdeki mirasçıları adeta, “Böl, parçala ve yönet” taktiğini uygulamaya çalışmaktadırlar.

Genel bir değerlendirme yaparsak, Sevr’e bağlı olarak kapitülasyonların yeniden yürürlüğe girmesi, ordunun terhis edilmesi, devlet gelirlerinin hemen hepsinin galip devletlere verilmesi, azınlıklara tanınan olağanüstü haklar ve pek çokları ile toplam 433 maddelik Sevr Antlaşması, tam bir ölüm fermanıdır.

Hele kapitülasyon, bir ülke yurttaşlarının zararına olarak, yabancılara verilen ayrıcalık haklarıdır. Yani yerleşme, seyahat etme, ticaret yapma, din eğitimi, kilise özgürlüğü v.b. gibi.

Bu yazımızın asıl konusu, Fransa’nın direttiği “Ermeni soykırımını tanımayanlara hapis cezası” verilmesi olduğundan, Sevr Antlaşması’ndan tekrar Ermeni olaylarına geri dönüyorum.

Batı’nın ve özellikle Fransa’nın kol kanat gerdiği Ermeni soykırımı iddiaları, bazı Avrupa devletleri ve Ermeniler tarafından sık sık gündeme getirilerek dünya kamuoyunun dikkati bu yöne çekilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki, gerçekte Ermeniler, tüm Hıristiyan azınlıklar gibi Osmanlı sınırları içinde rahat ve huzur içinde yaşamaktaydılar ve bugün de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde aynı şekilde yaşamaya devam etmekte, geçmişte olduğu gibi bugün de tarım, sanayi, ithalat ve ihracatı ellerinde bulundurmaktadırlar. Geçmişte olduğu gibi bugün de en güzel semtlerde oturmaya devam etmektedirler.

Ancak, Osmanlı döneminde bazı gözü dönmüş Ermeni liderleri, komitacılar ve bunların oluşturdukları parti temsilcileri, ütopik hayallerden kendilerini bir türlü kurtaramayan Ermeni gençliğinin beyinlerini bin bir çeşit yalanla yıkadıklarından, günümüzde yaşayan Ermeni gençlerinin bir çoğu da bu iddiaların doğru olduğuna inanmakta ve soykırım iddialarını sık sık gündeme getirerek Fransa gibi devletlerden destek almaktadırlar.

1 nci Dünya Savaşı’nda, 1917 yılında Doğu Cephesi’nde yedek subay olarak Osmanlı Ordusu’nda görev yapan ve tarihimizin son 100 yılına ışık tutan “Tek Adam (Atatürk)”, “İkinci Adam (İnönü)”, “Enver Paşa” ve “Suyu Arayan Adam” gibi başlıca önemli eserlerini sayabileceğimiz Şevket Süreyya Aydemir’in, “Suyu Arayan Adam” adlı eserinde, Ermeni soykırım iddialarına karşı en gerçekçi yanıtlar verilmektedir.

Aşağıdaki bölümler, Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlı eserinden özet olarak alınmıştır :

“Çar orduları dağıldı. Ancak onun yerine Rus ordularının silahlarına konan Ermeni birlikleri karşımıza çıktı. Böylece askeri savaşın tüm kuralları ortadan kalkmış oldu. Ermeni çeteler, işgal ettikleri yerlerde Türk halkını işkenceyle öldürüyorlardı. Aramızdaki savaş değil, bir kör döğüş, aman bilmez bir boğazlaşmaydı...”

1917 yılının Şubat ayı gelir, çatar. Osmanlı ordusu Erzurum yönünde ileri harekata geçer. Şevket Süreyya Aydemir devam eder :

“İleri harekat geliştikçe, karşılaştığımız manzaralar kış şartlarının kahrını bile arka plana atıyordu. Ermeni komitacılarının yaptıkları bir vahşet haline gelmişti. Erzurum yolu üzerindeki Evreni Köyü’nde kadın, erkek, çoluk-çocuk, tüm köy halkı öldürülmekle kalmamış, vücutları parçalanarak, kasap dükkanlarında olduğu gibi çengellere, çivilere asılmıştı. Cinis Köyü girişinde ise, tüm köy halkını ayakta sanki bizi bekliyorlarmış gibi gördük. Ancak bunlar bir ölü kafilesiydi. Köye gireceğimiz yolda, çoluk-çocuk birbirlerine sokulmuş halde süngülenmişler, dayanılmaz soğuk altında kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı...”

Osmanlı ordusu Erzurum’a varmıştır :

“Erzurum’da kan ve vahşet çılgınlığı son haddine ulaşır. Yalnız Gürcükapısı’nda 3.000 civarında ceset, odun istifi gibi yığılmış, aralarına yığının bozulup yıkılmaması için boylarına, cüsselerine göre çocuk cesetleri sıkıştırılmıştı...”

“Suyu Arayan Adam” adlı eserde olaylar zinciri bu şekilde sürüp gitmektedir. Şevket Süreyya Aydemir, düşüncelerini şöyle bağlar:

“... Öyle sanıyorum ki, 1 nci Dünya Harbi içindeki Türk - Ermeni boğuşması, insanlık tarihinin unutulması daha iyi olacak bir sayfasıdır. Bunları sonsuza kadar geçmişe gömmek daha doğru olacaktır.

Ermeni baskınlarını birebir yaşayan ve şu anda hayatta olmayan yaşlılardan dinlediğim anılarda ise, Osmanlı Devleti içinde yaşayan Ermeni asıllı vatandaşların komşuları olan Türkler ve Kürtlerle çok iyi geçindiklerini, baskına gelen Ermenilerin Osmanlı topraklarında değil, Rusya’da yaşayan Ermeniler olduklarını, bazı yabancı devletlerin kışkırtmasıyla Anadolu topraklarında yaşayan Osmanlı vatandaşlarını Türk, Kürt, Ermeni ayırımı yapmadan katlederek kaos ortamı yarattıklarını öğrenip “Rusya’dan gelen Ermeniler, niye Osmanlı topraklarında yaşayan kendi soydaşlarını, yani Osmanlı Ermenilerini de öldürdüler?” diye sorduğumda, Rusya üzerinden gelen Ermenilerin, Osmanlı’da yaşayan Ermenileri “Sizler artık Türkleştiniz, bizden çıktınız” diye katlederek öldürdüklerini hayretler içinde öğrendim.

Tüm bu olumsuz olaylara karşın, doğup büyüdüğü, ekmeğini yiyip suyunu içtiği topraklara ihanet etmeyen Osmanlı Ermenileri de vardı. Tıpkı Balıkesirli Araştırmacı-Yazar Aydın Ayhan’ın, aslen Giresunlu olan ama savaş sonrası İvrindi’ye yerleştiği için “İvrindili Ali Çavuş” olarak tanınan eniştesinin anılarında anlattığı Osmanlı Ordusu’nun Ermeni asıllı tabibi gibi. Osmanlı Ordusu’nda tabip olarak görev yapan Ermeni asıllı bir yedek subay, son nefesini Ali Çavuş’un kollarında verirken “Çavuş, sakın ben gayrimüslimim diye beni ayrı yere gömmeyin, öldüğümde beni arkadaşlarınızın yanına defnedin” der. Evet, bu doktor gibi birçok Ermeni, Rum ve Musevi Osmanlı vatandaşımız, ekmeğini yedikleri, suyunu içtikleri bu topraklara ihanet etmemiş, Kurtuluş Savaşı’nda canlarını seve seve feda etmişlerdir. Bu da ayrı bir gerçektir ve kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Nitekim, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde ikamet eden ve T.C. vatandaşı olan bir çok gayrimüslim vatandaşımız vardır. Her Türk vatandaşı gibi devletine karşı olan sorumluluklarını da yerine getirmekte, bugünkü Ermenistan’ın “soykırım” iddialarını da desteklememektedirler. Keza, benim de yakından tanıyıp, sevdiğim Ermeni asıllı arkadaşlarım da vardır. Onları bu konunun dışında tutuyorum.

Evet, Şevket Süreyya Aydemir’in anılarını anlattığı “Suyu Arayan Adam” adlı eserindeki bütün olaylar hazin olmasına rağmen gerçektir. Ermenilerin iddialarının aksine, aslında onların Türklere, hatta Kürtlere ve Osmanlı Ermenilerine karşı bir soykırım uyguladıklarını belgelemektedir ve bu gerçek soykırım, dış devletler tarafından kışkırtılan ve Rusya üzerinden gelen Ermeni azınlığı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bugün karşımızda Avrupa tarafından açıkça korunan, Azerbaycan’ın ve fanatik Ermenilerin tüm itirazlarına rağmen, futbol müsabakalarıyla geçmişi unutturmaya çalışan (ya da çalışıyor gibi gözüken) bir Ermenistan devleti vardır.

Avrupa devletleri, kanayan yarayı kaşıyarak daha fazla kanatmaya çalışmaktadırlar. Türkiye’de din özgürlüğü ve çeşitli dinlere mensup eğitim veren okullar, ruhban okulları, kiliseler, ibadet özgürlüğü ve daha niceleri bulunmasına rağmen din üzerinden siyaset yapılmakta, ekümeniklik, Rum ve Ermeni yandaşlığı ve yardakçılığı desteklenmektedir.

Şevket Süreyya Aydemir’in yazdığı gibi çok zor da olsa geçmişi unutalım ama, geleceğin de bizlere neler getireceğini veya bizlerden neler götüreceğini çok iyi hesaplayalım. Avrupa devletlerinin ve Fransa’nın aba altından sopa göstererek Avrupa Birliği (A.B.) tehdidiyle Türkiye’ye baskı yapması, tarihe göre aslında karşılıklı bir boğazlaşma olan bir olayı, soykırım gibi göstermekte diretmesi, Yunanistan’ın da Fransa’dan cesaret alarak Pontus soykırım anıtı dikmek istemesi hiç de hazmedilecek bir durum değildir.

Avrupa devletleri (özellikle de geçmişte soykırımın en büyüğünü gerçekleştiren Fransızlar) şunu unutmasınlar ki, Türk insanının da bir tahammül sınırı vardır ve bu gerçeği geçmiş deneyimlerinden çok iyi bilmektedirler. O sınırı aştılar mı, bilsinler ki “ŞU ÇILGIN TÜRKLER” oluveririz.

Kaynaklar :

Tek Adam (Şevket Süreyya Aydemir), Suyu Arayan Adam (Şevket Süreyya Aydemir), Şu Çılgın Türkler (Turgut Özakman), Milli Mücadele Tarihi (Sabahattin SELEK), Yorgun Savaşçı (Kemal Tahir), Meydan Larousse, Büyük Ansiklopedi, (E.) Öğt.Alb. Ataman Aldemir, Araştırmacı-Yazar Aydın Ayhan.

Hiç yorum yok:

DENİZ ASTSUBAY OKULLARI ÖĞRENCİLERİ, 43 YILDAN BERİ BENİM TASARIMIM OLAN ŞAPKA KOKARTINI KULLANMAKTALAR

Tüm kuvvetlere ait askeri öğrencilerin şapka kokartlarında Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden  ve yukarı doğru baktığı için bağımsız bir...