31 Aralık 2009 Perşembe

Açılım mı, imtiyaz mı?

Açılım mı, imtiyaz mı?


İnsanların ana-babasını ve etnik kökenini tercih etme şansı olmadığı gibi, dünyaya gelip gelmemeyi tercih etme şansları da yoktur. Bir kadın ve erkek evlenir, neslin devamı ve aile bütünlüğünü tamamlamak için çocuk sahibi olmayı tercih ederler. Yani her yeni doğan çocuğun dünyaya gelip gelmeme tercihi ana-babaya aittir. Her doğan çocuk da toplamda 46 olmak üzere, anasından aldığı 23 XX ve babasından aldığı 23 XY kromozomlarıyla, kendisinden önce yaşamış bütün atalarının genetik özelliklerini taşır. Buluğa erdikten sonraki tercihleri, siyasi düşüncesi, eş ve iş tercihi gibi aklınıza gelebilecek bütün tercihler artık kendisine aittir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde; Türk milleti ile birlikte Kürt, Çerkez, Laz, Gürcü, Musevi, Ermeni, Rum gibi farklı etnik kökenlere sahip insanlar yaşamakta ve bu insanların oluşturduğu topluma “Türk halkı” denmektedir. Bu devletin sınırları içinde yaşayan tüm insanlar, etnik kökenleri ne olursa olsun eşit haklara sahiptir. Kişi, yeterli eğitim ve diğer aranılan şartları taşıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti içinde memur, asker, polis, hakim, savcı, milletvekili ... v.b. her şey olabilir. Kanunlar hiç kimseye “Senin etnik kökenin şu, bundan dolayı sen şu mesleği olamazsın” demez. Nitekim geçmişte olduğu gibi günümüzde de bunun canlı örnekleri vardır. Çevrenize bir bakın, iş arkadaşlarınıza, meclise v.b. yerlere, oralarda her türlü etnik gruptan insan görebilirsiniz.

Şimdiye kadar hiçbir zaman arkadaşlarımı, komşularımı, dostlarımı “Acaba etnik kökeni ne?” diye sorgulamadım; sorgulama ihtiyacı da hissetmedim. Sait Faik’in dediği gibi, hep çevreme “Bir insanı sevmekle başlar her şey!” diye baktım.

Aylardan beri bir türlü ne olduğu açıklanmayan “açılım”ın ne olduğunu başkaları gibi ben de merak ediyorum. Bu açılım; anayasada resmi dili “Türkçe” olarak tanımlanmış, doğuda, güneydoğuda yaşayan sadece Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ana dillerinde yani “Kürtçe” okuma-yazma hakkı verilmesi midir? Bu, sanki eşit haklara sahip olan bir etnik gruba, diğer etnik gruplardan farklı olarak bir imtiyaz, bir ayrıcalık verilmesi hissi yaratmıyor mu sizlerde de?

İki yıl önce tanıştığım, Fransa’da Renault firmasında çalışan Fransız Leon, bu yıl da Türk eşinin ailesini ziyaret için Türkiye’ye gelmişti; konuyu onunla da konuşup bilgi alış verişinde bulundum. Fransa’da da farklı etnik kökenler mevcutmuş. “Fransa’nın ana dili Fransızca’dır” dedi. “Ancak; her farklı etnik grup, isterse İngilizce, İtalyanca yabancı dil eğitimi alıyormuş gibi, kendi etnik kökenine sahip dil eğitimini de, okuduğu okulda seçmeli ders olarak” alabiliyormuş. Bu hak, Fransa’da yaşayan ve Fransız vatandaşı olan tüm farklı etnik gruplara tanınmış.

Avrupa Birliği’ne girebilmek için harıl harıl çalıştığımız şu günlerde, Türkiye’de mevcut çok renkli etnik farklılıkların hepsine değil de, sadece Kürt kökenli vatandaşlara ana dilinde eğitim hakkı verilecek olmasını, hele hele gerek Osmanlı İmparatorluğu döneminde, gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması safhasında verdiğimiz Kurtuluş Savaşı’nda, Anadolu’yu işgal eden düşman kuvvetlerine karşı omuz omuza savaşmış, bir devlet, bir millet olmayı kabul etmiş, birbirlerinden kız alıp vermelerle iyice kaynaşarak, akraba olmuş bu toplumda, sadece ve sadece bir tek etnik grubun, kendisini bu devletin hayat damarlarından kopartmaya çalışmasını ve kendilerini farklı görmelerini bir türlü anlayabilmiş değilim.

Anlayabilen varsa, lütfen bana da anlatsın.

30 Aralık 2009 Çarşamba

Öksüz Park

Öksüz (!) Park

Değirmendere’de, Hacı Halit Erkut ve Harmantarla Caddelerinin kesiştiği noktada bir çocuk parkı mevcut. Ben bu parka “öksüz park” diyorum. Neden mi?

Atatürk Mahallesi’nde inşa edilen Alkan Sitesi tarafından yürürlükteki İmar ve Belediye Kanunu gereğince belediyeye bırakılan bu arsa üzerinde, 29 Mart 2009 yerel seçimleri öncesinde, Gölcük Belediyesi tarafından apar topar bir çocuk parkı inşa edildi. Zira, seçimden sonra Değirmendere Belediyesi kapanarak işlevini yitirecek, bölgemize de bundan böyle Gölcük Belediyesi bakacaktı.

Sağolsun, seçim öncesi Gölcük Belediye Başkanımız Sayın Mehmet Ellibeş bu arsa üzerine iki salıncak, bir kaydırak, bir mini kamelya ve üç adet bank koydurarak, Atatürk Mahallesi’ndeki çocuklarımızı az da olsa mutlu etti.

Parkın peyzaj çalışmaları devam ederken araya 29 Mart 2009 yerel seçimleri girdi. Gölcük Belediye Başkanı Sayın Ellibeş, mensubu olduğu partiden bir kez daha Gölcük Belediye Başkanı adayı olarak seçimden galip çıktı ancak Değirmendere’nin Atatürk Mahallesi sakinlerine verilen sözler de unutuldu gitti.

Söz konusu çocuk parkında, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın elenmiş, ince kumla doldurulan oyun alanında, evinde köpek besleyen bazı duyarsız vatandaşlar köpeklerinin tuvalet ihtiyacını gidermekte, tepesinde azıcık güneş gören yaşlı başlı bayanlar da, bu kumlara ayaklarını gömerek romatizmalarını tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Böyle sağlıksız bir ortamda oynayan çocuklarımız ise, potansiyel hastalık riski taşımaktadırlar.

Keza, söz konusu park, aynı zamanda Uğur Mumcu İlköğretim Okulu’nun güzergahı üzerinde kalmakta, parkta oynayan veya kısa bir mola veren çocuklar, okula gitmek veya okuldan evlerine dönmek için Harmantarla Caddesi’nden karşıya geçmek zorunda kalmaktadırlar. Cadde üzerine mecburi hız 30 km. trafik işaret levhası konmuş olmasına rağmen, duyarsız sürücüler tarafından bu caddede, hız limitlerinin çok üzerinde motorlu taşıt sürülmekte, bu cadde adeta yarış pisti gibi kullanılmaktadır. Bir çok çocuk bu nedenle ezilme ve yaralanma tehlikesi geçirmiştir. Bu nedenle cadde üzerine acilen hız kesici yapay kasis monte edilerek, araç sürücüleri hızlarını azaltmaya zorlanmalıdırlar.

Konuyla ilgili olarak Gölcük Belediye Başkanımız Sayın Mehmet Ellibeş’e elektronik posta ile yaptığım başvuruya, başkan tarafından olumlu yanıt verilmiş, “ilgililere gerekli talimatın verildiğini, kendisinin de konunun yakından takipçisi olacağını” belirtmesine rağmen, aradan geçen uzun süre zarfında herhangi bir gelişme olmayınca, konuyu bir kez de Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Çözüm Masası’na iletmiştim. Başvurumu inceleyen Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, UKOME Trafik Dairesi’nden iki görevli göndererek benimle birlikte parkın konumunu ve çocukların okul güzergahını inceleyip, başvurumu haklı ve yerinde görerek, konuyu komisyona götüreceklerini söylediler. Bilahare; Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nce, komisyon onayını müteakip hız kesici yapay kasislerin Fen İşleri Dairesi tarafından Harmantarla Caddesi üzerine monte edileceğini yazılı olarak tarafıma bildirildi. Evcil hayvanlar ve sokak hayvanları tarafından dışkı yapılması nedeniyle, çocuklar için potansiyel hastalık tehlikesi arz eden, oyun aletlerinin zeminindeki kumların, kondisyon aletlerinin zeminindeki gibi çim görünümlü yumuşak plastik kaplama malzeme ile değiştirilmesi işi ile, henüz isim verilmemiş olan çocuk parkına isim tabelası konulması işi ise Kocaeli Büyükşehir Belediye tarafından Gölcük Belediyesi’ne havale edildi.

Halihazırda Değirmendere Atatürk Mahallesi sakinleri, öksüz park diye adlandırdıkları çocuk parkının bir an önce peyzajının yapılarak, isim tabelasının montesini, hastalık yayan zemin kumunun bir an önce değiştirilmesini ve kazalara davetiye çıkaran cadde üzerine hız kesici yapay kasis monte edilmesini dört gözle bekliyorlar. Ve beklerken de diyorlar ki, “Seçilmişler, sadece kendisine oy atanların değil, atmayanların da başkanıdır; her kese ve her kesime eşit hizmet vermek durumundadırlar.”

Benden hatırlatması...

Olur böyle vakalar...

Olur böyle vakalar...


Bugün sizlere gerçekten yaşanmış dört polisiye olay anlatacağım. İlk iki olay yaygın basında yer aldı; isimleri bende saklı son iki olay ise bölgemizde meydana geldi.

Saçlarındaki kepek sorunu nedeniyle sürekli hep aynı marka kepek önleyici şampuanı kullanan bir komiserimiz, bir süre sonra saçlarında tekrar ve aşırı kepeklenme başlayınca içine bir kurt düşer; kullandığı şampuanın kimyasal analizini yaptırdığında, içeriğinin şampuanla bir ilgisi olmadığını tespit ettirir. Bunun üzerine ürünü aldığı satıcıdan toptancının adres ve kimlik bilgilerini alarak takibe başlar. Sonuçta; merdiven altı tabir edilen izbe bir bodrum katında sahte şampuan üreterek haksız kazanç sağlayan bir çeteyi çökertir.

İkinci olayda ise; deniz kenarında kepçeyle deniz anası yakalayan bir kişi, oradan geçmekte olan sivil giyimli bir polis memurunun dikkatini çeker. Kim olduğunu açıklamadan onunla konuşmaya başlar ve bu kadar çok deniz anasını ne yapacağını sorar. Birilerinin deniz analarına balıktan bile daha yüksek ücret verdiğini, bu nedenle deniz anası topladığını ve bu deniz analarını o şahıslara satacağı yanıtını alır. Adamın yanından uzaklaşan polis memuru, uzaktan takibe başlar. Bolca deniz anası toplayan şahıs, işi bitip de sahilden uzaklaşırken, polis memurumuz da fark ettirmeden bu şahsın peşine düşer. Sonuçta; gene merdiven altı tabir edilen bir bodrum katında, bu deniz analarını ürettikleri kaşar peynirlerinin içine katan ve hem halkın sağlığıyla oynayan hem de haksız kazanç elde eden bir çete daha çökertilir.

Üçüncü olayda; eski bürokratlarımızdan birisinin aracına Yalova’da bir araç çarpar ve alkollü olan sürücüsü kaçar. Çarpma sonucu bürokratımıza ait aracın arka tekerleklerinden birisi deforme olur. Bürokratımızın yanına bir araçla 30’lu yaşlarda iki genç gelir. Yardım teklif ederler; araçtaki eşyaları kendi araçlarına taşırlar, yağmur altında, yamulan lastiği düzeltirler, üstleri başları çamur olur. Bürokratımızın aracını yakınlardaki bir lastikçiye götürerek lastiğin değiştirilmesini sağlarlar. Emekli bürokratımız bu yardımsever gençlerin yaptığı iyiliğin altında kalmak istemediği için onlara emeklerinin karşılığını ödemek ister. İşte o zaman gençler Yalova Emniyeti Asayiş Büro’da görevli Polis Memuru olduklarını açıklarlar ve “Biz zor durumda gördüğümüz bir vatandaşımıza yardım ederek, görevimizi yaptık” derler. Tteşekkür eden bürokratımızın, memurların gösterdikleri bu duyarlılık karşısında gözleri yaşarmıştır. Bu arada mutlu haber de gelir, araca çarpıp kaçan alkollü sürücü de Gölcük’de yakalanmıştır. Gerisi artık teferruattır.

Dördüncü olayda ise; İzmit’in tanınmış iş adamlarından birisinin oğlu Trafik Şube’ye çağırılarak spor aracının aşırı hız yapmaktan bağlanacağı, yani trafikten men edileceği tebliğ edilir. Oysa araç, hız yaptığı söylenen tarih ve saatte, kaporta ve boya işi için sanayidedir; hem de yaklaşık bir haftadan beri. İtiraz edip hız yapan aracın kendi araçları olmadığını, araçlarının boya ve kaporta işi için sanayide olması nedeniyle bunun zaten mümkün olamayacağını, mutlaka bir karışıklık olmuş olabileceğini belirtseler de bir türlü dertlerini anlatamazlar. Geçen üzücü ve sıkıntılı saatler sonunda, gerçekten de aşırı hız yapan spor aracın, bu iş adamımızın oğluna ait olmadığı, bu araca benzeyen bir başka araçla karıştırıldığı ortaya çıkar. İş adamımız ve ailesinden yapılan hata için özür de dilenmez. Onlar da üzüldükleriyle kalırlar.

Evet, burası Türkiye. Kimin, nasıl, nerede, ne şekilde ilginç bir polisiye olayla karşılaşabileceği hiç belli olmaz. Kimi olay ilk üç örnekteki gibi toplumumuzun yüzünü güldürür, kimi olay ise son örnekte olduğu gibi bireyleri üzebilir.

Hani derler ya; “Allah ne hastaneye düşürsün, ne de hastaneleri başımızdan eksik etsin.” İşte öyle yani. Anladınız siz şimdi benim ne demek istediğimi.

Geçiş Üstünlüğü

Geçiş Üstünlüğü

Bundan kısa bir süre önce, yaygın basında bir haber yer aldı. Bir vatandaşımız, fenalaşan annesini özel aracıyla hastaneye götürürken, yolda trafik polisleri tarafından durdurulur ve hız limitlerini aştığı için kendisine trafik cezası yazılmak istenir. Vatandaş durumu izah edince trafik polisi önce ceza kesmez, araca yol verir. Ancak daha sonra arkasından aracın plakasına ceza keserek adrese tebligat gönderir.

Vatandaş da, cezanın kesildiği tarih ve saatte annesini götürdüğü hastaneden hasta giriş ve muayene kayıtlarını alarak, kendisine yazılan trafik cezasının iptali için bir dilekçe ile o bölgenin Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvurur.

Hastane kayıtlarını inceleyen Sulh Ceza Mahkemesi, trafik cezasını iptal eder. Gerekçe çok açıktır: 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu, hasta ve yaralı taşıyan ambulanslar ile özel araçlara geçiş üstünlüğü vermiştir. Yani, vatandaşımızın hasta taşıyan özel aracının kanuna göre geçiş üstünlüğü varken, kendisine haksız yere trafik cezası yazılmıştır.

Gerçekte, her ülkenin trafik kanunu, ülke sınırları içinde hasta ve yaralı taşıyan ambulans ve özel araçlara bu geçiş üstünlüğünü tanımıştır. Öyleyse sorun, ya kanun uygulayıcıların kasıtlı hareket etmelerinden ya da eksik uygulamalarından kaynaklanmaktadır.

Bundan yıllar önce, ismi bende saklı İzmirli ünlü bir kalp cerrahı, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir eyaletinde, özel bir hastanede görev yapmaktayken, Türkiye’den ziyaretine gelen annesini bir süre yanında ağırlar. Sayılı gün çabuk geçer. Uçağın hareket günü geldiğinde, biraz gecikirler. Doktorumuz annesi Türkiye’ye hareket edecek uçağını kaçırmasın diye hız limitlerini aşar. Bir süre sonra, eyalet polisinin kontrol noktasından geçerken aracı durdurulur ve radar cihazıyla hız limitini aştığı, bu nedenle kendisine ceza kesileceği tebliğ edilir.

Doktorumuz kontrol noktasında durmadan önce annesine arka koltuğa yatarak gözlerini kapatmasını ve hiç ses çıkarmamasını tembihlemiştir. Eyalet trafik polisine arka koltukta yatan hastanın annesi olduğunu, kendisinin de ... hastanesinde kalp cerrahı olduğunu, rahatsızlanan annesini hastaneye yetiştirmek için bilerek hız limitlerini aştığını söyler ve ... hastanesinin kendisi adına düzenlediği kimlik kartını yetkili polis memuruna gösterir.

Amerika Birleşik Devletleri Trafik Kanunu’nda da hasta ve yaralı taşıyan özel araçların geçiş üstünlüğü olduğu için, görevli derhal doktorun aracına yol verir. Rahat bir nefes alan ünlü cerrahımız annesini havaalanına yetiştirerek Türkiye’ye hareket edecek uçağa bindirir. Uçağın hareketinden sonra da görev yaptığı ... hastanesine gider.

Hastanenin kapısında kardiyoloji personeliyle birlikte baş hekim doktorumuzu beklemektedir. Eyalet polisinin kendilerini telsizle arayarak, doktorun hasta annesini hastaneye getirdiğini rapor ettiklerini, bu nedenle hastane olarak derhal gerekli acil önlemleri aldıklarını belirtir ve doktora hasta annesinin nerede olduğunu sorar. Doktorumuz baş hekime annesinin hasta olmadığını söyleyerek, uçağı kaçırmaması için böyle bir yola başvurduğunu anlatır. Bir vatandaş olarak böyle yanlış bir hareket yapmaması gerektiğini ikaz eden baş hekim, derhal o eyaletin adli mercilerini arayarak suç duyurusunda bulunur. Sonuçta, hız limitlerini aştığı için 1000 Amerikan Doları gibi bir ceza ödeyecek olan kalp cerrahı, yapılan mahkeme sonucunda, yalan söyleyerek görevlileri kandırdığı için bu rakamın on katını ceza olarak ödemek zorunda kaldığı gibi, görev yaptığı hastanede de itibarı sarsılır.

Türkiye’de yaşanan olayda, görevli memur eğer telsiz ile hastane polisine ulaşıp olayın doğru olup olmadığını teyit etseydi, ceza yazmasına gerek kalmayacak, vatandaşımız da hakkını aramak için mahkemenin yolunu tutmayacaktı. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki olayda ise, trafik memurunun insan hayatına ne kadar değer verdiğine şahit olduğumuz gibi, aynı zamanda diğer kamu görevlilerinin, böyle yanlış bir davranışta “oh oh iyi yapmışsın” demeyip, yanlış davranışı adli mercilere bildirdiğine ve oradaki adli mercilerin de vatandaşın ihbarına değer vererek, arkasında kasıt aramadan doğrudan ciddiye aldığını anlıyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri’nden emekli olduktan sonra Türkiye’ye dönüp İzmir’e yerleşen kalp cerrahımız hâlâ yaşıyorsa ömrü bol ve sağlıklı olsun. Esen kalın.

DENİZ ASTSUBAY OKULLARI ÖĞRENCİLERİ, 43 YILDAN BERİ BENİM TASARIMIM OLAN ŞAPKA KOKARTINI KULLANMAKTALAR

Tüm kuvvetlere ait askeri öğrencilerin şapka kokartlarında Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden  ve yukarı doğru baktığı için bağımsız bir...