11 Kasım 2009 Çarşamba

İki film birden (!)




İki film birden (!)

Belgrad doğumlu Sırp Yönetmen Goran Paskaljeviç imzalı, 1998 yapımı “Barut Fıçısı” adlı film, Yugoslavya’da, parçalanma öncesi insanların, nasıl ve hangi duygularla yönlendirilip, canavarlaştırıldığını ve parçalanmaya nasıl zemin hazırlandığını anlatıyor.

Milcho Mauchevski’nin yönettiği, 1994 Makedonya-Fransa yapımı “Yağmurdan Önce” adlı film de, tıpkı “Barut Fıçısı” gibi Yugoslavya gerçeğini anlatıyor.

Her iki filmi de izlediğinizde, ülkemizdeki benzerliklere şaşırıp kalıyorsunuz.

Günümüzde artık tarih olan Yugoslavya paramparça edildi, farklı isimlerle farklı devletler kuruldu; dünden bugüne ise sadece iç savaş sonrası sızlayan, kan akıtan yürekler kaldı. Eski Yugoslavya halklarının anılarından kan damlıyor; vicdan muhasebesi yaparak komşunun komşusuna, arkadaşın arkadaşına yaptıklarından pişmanlık duyarak yaşamaya devam ediyorlar. Kıyımları, kan akan toprakları, bilinmeyene yapılan yolculukları, toplu mezarları, kaybedilen sevdiklerini, arkadaşlıklarını, belki de aşklarını unutamadıkları için, artık mutlu olamıyor eski Yugoslavya halklarını oluşturan Sırplar, Slovaklar, Boşnaklar...

Ülkemizde, en küçük bir tartışmanın bile “Türk-Kürt” sorununda düğümlenmesi, sonunun yaralama-yaralanma ve ölümle bitmesi, arkasından gelişen olaylar, suikastlar, aileleri yasa boğan, yürekleri dağlayan acının adeta bir öfke seline dönüşmesi ve sonrası yaşananlar, ülkemizi bölmeye çalışanların ekmeğine adeta yağ sürmektedir. Yaşanan bu acı olaylar, Mauchevski’nin “Yağmur Öncesi” filminin içinden çıkan film kareleri gibidir.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze gelinceye kadar 86 yıl içinde Türkiye’de sanayinin dengesiz gelişmesi, ülkemizin doğusu ile batısı arasındaki gelişim sürecinin fark edilir biçimde birbirinden ayrılması, doğuda nüfusun hızla artması ve toprak ağalığı-maraba gibi feodal yaşam koşullarının bir türlü aşılamaması, işsizlik ve yoksulluğun, açlık ve sefaletin bölgede kol gezmesi neticesinde, ülkemizi “böl, parçala ve yönet” zihniyetinde olan dış güçler, çaresiz kalan bu insanlara istedikleri her şeyi yaptırabilmektedirler. Zaten oradaki insanlar da çaresizlikten dolayı potansiyel olarak her şeyi yapmaya hazırdırlar. Ülkemizin doğusu, uluslararası ilişkilerde sürekli “paylaşıma açık alan” olarak görülmesi nedeniyle, sömürgeci ve yayılmacı devletlerin iştahlarını kabarttığından, toprağıyla, insanıyla sömürgeleştirilmek için yüzlerce yıldır birlikte kardeşçe, dostça yaşayan, birbirlerinden kız alıp vermelerle artık akraba olup birbirleriyle iyice kaynaşan insanlar, bu değerlerinden kopartılarak ayrı bir devlet kurma vaatleriyle yalnızlaştırılmaya çalışılmaktadırlar. Nedense yakın tarihte yaşanan Yugoslavya gerçeği hep göz ardı edilmektedir.

Ne ilginçtir ki, ülkemizde de ne zaman farklı etnik kökenlere sahip vatandaşları kaynaştırmaya yönelik bir adım atılsa, arkasından mutlaka birileri tarafından (artık o birileri kimse) “devlet görevlisine suikast, masum vatandaşlara yönelik bombalı tuzaklar” gibi, geride gözü yaşlı eşler, çocuklar, anneler ve babalar bırakan sinsi olaylar meydana getirilerek suni bir karışıklık, kaos yaratılmaya çalışılmaktadır. Ancak “Kürt açılımı” kaynaştırmaya yönelik bir adımdan ziyade, T.C. sınırları içinde eşit haklara sahip tüm etnik kökenlerden farklı olarak, Kürtlere ayrıcalıklar tanınmasını çağrıştırmaktadır. Türkiye’nin resmi dili “Türkçe” olduğuna göre, sınırlarımız içinde sadece Kürtlere ana dilinde eğitim hakkının devlet tarafından verilmesi, Abaza, Çerkez, Laz. Gürcü v.b. diğer etnik kökenlere ise bu hakkın verilmemesi, Anayasa’nın eşitlik ilkesine de aykırıdır. Görüldüğü üzere bu açılım kaynaştırmadan çok ayrıştırmaya yönelik gibi gözükmektedir. Beğenmediğimiz kapitalist A.B.D. bile farklı milletlerden, farklı etnik kökenlerden insanları bir devlet bir bayrak altında toplamayı başarabildiğinden, etnik kökeninin ne olduğu bariz bir şekilde belli olan sarı benizli, çekik gözlü bir Çinli bile, nereli olduğunu sorduğunuzda, gururla “Ben Amerikalıyım” diyebiliyorsa, bir Laz, Gürcü, Çerkez, Abaza v.b. leri de “Ben Türk’üm” diyebiliyor, ancak Kürt kökenli vatandaşımız bunu kabullenemiyorsa, demek ki geçmişten günümüze bir yerlerde bir şeyleri yanlış uygulamışız demektir.

Paskaljeviç’in “Barut Fıçısı” filmi, adeta senaryosuna sadık kalınarak, zaman-mekan ve oyuncu değişikliği ile sanki bir kez de “dış güçler” adlı yönetmen tarafından ülkemizde çekilmeye çalışılmaktadır.

“Yağmurdan Önce” bu ülkede pek çok canlar kaybedildi; nice asker, polis, öğretmen ve diğer kamu görevlileri ile vatandaşımız bu ülkenin bölünmemesi için verdikleri mücadele sonucu, arkalarında gözü yaşlı insanlar, dul eşler, öksüz ve yetim evlatlar, acılarına taş basmış ana-babalar bırakarak bu dünyaya gözlerini yumdular. Hatta kanlı terör örgütü P.K.K.’nın hiç acımadan kundaktaki bebekleri bile katlettiğini gördük. Evet, “Yağmurdan Önce” her yönüyle tıpkı Yugoslavya’da olduğu gibi böylesine büyük bir acıydı işte.

Ancak şu da unutulmamalıdır ki, “Yağmur sonrası”nda farklı kültürlerden ve etnik kökenlerden oluşan insanların, birlik ve beraberlik duyguları içinde “terör” korkusu olmadan yaşayabilmeleri için, bir kenarda patlamaya hazır bekleyen o malum “Barut Fıçısı”nın fitilinin de bir an önce ve mutlaka söndürülmesi gerekmektedir. Ama bu, zaten eşit haklara sahip olan vatandaşlara “açılım” adı altında, diğer insanlardan farklı olarak bazı imtiyazlar tanınması olmamalı; daha sağlıklı, daha uygulanabilir, ve daha kalıcı somut yollara başvurulmalıdır.

Yoksa, yattıkları yerlerde kemikleri sızlayan binlerce şehidimiz, sizleri asla affetmeyeceklerdir. Bunu da unutmayın...

Hiç yorum yok:

DENİZ ASTSUBAY OKULLARI ÖĞRENCİLERİ, 43 YILDAN BERİ BENİM TASARIMIM OLAN ŞAPKA KOKARTINI KULLANMAKTALAR

Tüm kuvvetlere ait askeri öğrencilerin şapka kokartlarında Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden  ve yukarı doğru baktığı için bağımsız bir...